KAYBOLAN TARİHİN PEŞİNDE
"Anlatılacak Çok Şey Var"
“Beş duyu gözlemciliği ile şehri okumak”
Zahirde görünenin aksine insanların yaşadıkları şehirlerle kurdukları bağ, tek bir meta üzerinden değildir. Şehir; hikayesini anlatmak için, her bireyle onun frekansından iletişim kurmaya çalışır. Örneğin istanbulu sevmek için iyi bir mimar olmak şart değildir. İstanbul, mimari ihtişamı ve dokusu ile tabi ki bir mimarla farklı konuşur. Lakin İstanbul aynı hikayeyi, mahallesinde, mutfağında, dokuma atölyesinde anlatır. Hatta minaresinden yükselen ezan sesiyle bile istanbulda olduğunuzu hissedersiniz. İstanbul kimi için Ayasofya iken kimi için Ayasofya’dan yükselen ezan sesidir. Şehir kendini her şeyi ile anlatır. Önemli olan dinlemeyi istemek ve dinleyebilmektir.
Kaybolan Tarihin Peşinde belgesel filmini farklı kılan temel motivasyon “anlatma” ile değil, “dinleme” kaygısı ile hayat buluyor olması. Bu filmde yönetmen, hikaye anlatıcısı olmaktan daha ziyade izleyici ile birlikte, şehrin hikayesini dinlemek için yolculuğa çıkmış bir kaşiftir. İzleyici; şehir okumasını yönetmen ile eş zamanlı gerçekleştirir. Bu yüzden belgesel filmin çekim planlaması yönetmenin istediği anlatım planları doğrultusunda değil, hikayenin arandığı mekanlar olarak tasarlanmıştır.
“Kaybolan Tarihin Peşinde Belgeseli” nin temel anlatım üslubu “gerçeklik”tir. Gerçekliğin etkisinden uzaklaştıracak tüm unsurlardan kaçar. Oluşturulan anlatım planları, konuşulan insanlar, ana fikri desteklemek için değildir. Ana fikri; kurulan bağlar ve şehrin anlattığı hikaye belirler.
Gerçekliğin etkisinden kaçmak sinematografi ve müziğin anlatımdaki etkisini gözardı etmek anlamına gelmemektedir. Aksine gerçekliği; bazen sadece iyi bir sinematografi ya da sadece bir müzik ifade edebilir.
Belgesel, sonunda şehirle ilgili tek bir ders ya da sonuç çıkarma kaygısı gütmez. Her hikayenin izleyicideki yansıması farklı olacaktır. Belgeselin verdiği önem, hikayeyi biraz daha görünür kılmaktadır.